Osmanlı İmparatorluğu Toplum ve Ekonomi - Halil İnalcık

Eser Halil İnalcık'ın 1943-1992 yılları arasında yayımlanmış çeşitli makalelerinden oluşuyor.
Makalelerde genel olarak Osmanlı İmparatorluğunun iktisadî yapısı, hukuk sistemi ve son dönem ıslahatları inceleniyor.

İlk makalede köylü-sipahi ilişkileri, toprak rejimi, köylüden alınan vergiler işleniyor.
Osmanlı dönemi ekonomik ve sosyal yapısının 1950'ye dek esas karakterini koruduğu belirtiliyor.
Mîrî toprak rejiminin devlete bütün köylü sınıfını ve tarım ekonomisini kontrol etme imkanı tanıdığı ifade ediliyor. Bu rejimin köylü ve toprak üzerinde feodal kontrolün sağlanmasına mani olarak merkezî devlet yapısının korunmasına hizmet ettiği söyleniyor. Âyânların kontrolüne geçen toprakların da devlet müdahalesiyle tekrar mîrî arazi statüsüne kavuşturulduğu ifade ediliyor.
Sipahinin sorumluluk ve hakları açıklanıyor.

Sonraki bölümde İslâm arazi ve vergi sistemiyle Osmanlı'daki durum mukayese ediliyor. İslâm hukukunun Osmanlı'da tecdite uğrayarak uygulandığı dile getiriliyor.

Üçüncü bölümde Osmanlı'da reaya vergisi işleniyor.
İmparatorluğun gerçek kurucusunun Fatih Sultan Mehmed olduğu söyleniyor. Fatih'in sınırsız bir otoriteye sahip olduğu; âdetler, müesseseler ve hatta Şerî'at karşısında da oldukça bağımsız hareket eden serbest fikirli bir hükümdar olduğu anlatılıyor. Örfî hukuk sahasını genişleterek kanûnnâmeler tertip ettiği ifade ediliyor. Fatih'in son döneminde büyük askerî masraflar nedeniyle önemli ölçüde malî tedbirlere başvurduğu hatırlatılıyor.
Çift-resmi sistemi açıklanıyor. Çiftçi ailenin vergi sisteminin en mühim parçası olduğu söyleniyor. Çeşitli vergi türleri hakkında bilgiler veriliyor. Gayrîmüslimlerin tabii olduğu vergi sistemi detaylarıyla inceleniyor.
Bir sonraki bölümde Rumeli'deki Hıristiyan sipahiler hakkında bilgiler aktarılıyor. Bölgedeki timarlı sipahilerin Osmanlı fethi öncesindeki asîl ailelerden müteşekkil olduğu ifade ediliyor.
Yabancı kaynaklara da atıf yapılarak Osmanlı fetihlerinin Balkanlar'da bölge halkı tarafından olumlu karşılandığı söyleniyor. Bunun ise önceki dönemdeki anarşi ve katı feodaliteden kaynaklandığı dile getiriliyor.
Osmanlı'nın 15. yüzyılda bölgede hiçbir şekilde İslâmlaştırma politikası gütmediği belirtiliyor.
Osmanlı ordusunda hatırı sayılır miktarda gayrîmüslimin görev yaptığı ifade ediliyor. Hıristiyan sipahilerin Müslümanlarla aynı muameleye tâbi tutulduğu söyleniyor. İslâmlaşmanın kendiliğinden sosyal bir hâdise olarak vuku bulduğu açıklanıyor.
Osmanlıların fethettikleri yerlerde tepkiyle karşılaşmamak için başlangıçta mevcut düzeni muhafaza ettikleri söyleniyor. Osmanlı'nın sağladığı emniyet ortamının coğrafyada tutunmasını kolaylaştırdığı anlatılıyor. Özet olarak Osmanlı Devleti'nin yerli sınıflara karşı uzlaşmacı bir politika izlediği anlaşılıyor.

Beşinci bölümde Fatih'ten önceki timar sistemi inceleniyor. Çelebi Mehmed döneminde devletin sistematik fetihlere giriştiği söyleniyor. Fetihlerin timar sistemiyle iç içe ilerlediği ifade ediliyor. Devletin kendine sadakati olan tüm unsurları din ve ırk ayrımı gözetmeksizin kendi kadroları içine dahil ettiği hatırlatılıyor.
Osmanlı hanedanının merkeziyetçiliği ve hakimiyet prensibini her şeyin üzerinde tuttuğu belirtiliyor. Osmanlı timar sisteminin devletin kolunun en ücra yerine kadar uzanmasını sağlayan ve merkeziyetçiliğe hizmet eden yapısı anlatılıyor.

Sonraki bölümde 19. yüzyılda Vidin bölgesinde yaşanan bir isyan hakkında bilgiler veriliyor. Bölgedeki gayrîmüslim köylünün büyük toprak sahiplerine isyan etmesi ve  olayın neticesinde devletin duruma müdahale edip arazileri tekrar mîrî statüye geçirerek köylülerin işlemesine bırakması açıklanıyor.
Reayanın toprak meselesini kendi lehine halletmek için hükümeti isyanla tehdit etmekten çekinmediği dile getiriliyor. Bölümün sonunda merkezî idarenin aldığı kararları içeren bir ek yer alıyor.

Yedinci bölümde başka bir yazarın yazdığı makale incelenip eleştiriler yapılıyor.
16. asırda Osmanlı'nın ticaret yolları için verdiği mücadele ele alınıyor. Coğrafi keşiflerle birlikte İpek ve Baharat yollarının önemini derhal yitirdiği nazariyesinin doğru sanılan bir yanlış olduğu dile getiriliyor.
İran'ın Osmanlı ticaretini baltalamak için Rusya ve Avrupa devletleriyle giriştiği ittifaklar hakkında bilgi veriliyor.

Sonraki üç bölümde Bursa merkezli gerçekleşen ipek ticaretine ve pamuklu sanayiiye değiniliyor. Bursa ticaretinin canlılığı dönemin vesikalarına dayanılarak kanıtlanıyor. Pamukluk sanayiinin Osmanlı ekonomisinde hububuttan sonra en önemli sektörü oluşturduğu söyleniyor. Hint pamuklu ticareti ve sonrasında İngiliz pamuklu sanayiinin Türk pazarını ele geçirme süreci anlatılıyor. Osmanlı pamuklu sanayiinin çöküş süreci işleniyor.
Osmanlı ekonomisinin kapitalist dünyanın uydusu haline gelmesini; dışarıdan işlenmiş pamukluyu alıp ham pamuk satacak konuma gelmesine bağlıyor. Osmanlı geleneksel sanayiinin 19. yüzyılın ortalarında çöktüğünü ifade ediyor.

On birinci bölümde Osmanlı hukuku inceleniyor. Osmanlı Devleti'nin İslâm Şerî'atı'na yenilikçi bir bakışla yaklaştığı söyleniyor. Hükümdarın kendi iradesine dayanarak şerî'atın kapsamına girmeyen konularda örfî kanun koyma yetkisine vurgu yapılıyor. Sadece Osmanlı'da değil daha evvelki Müslüman Türk devletlerinde de örfî kanun geleneğinin yer aldığı ifade ediliyor. Türk hükümdarlarının devlet otoritesini her şeyin üzerinde tuttukları dile getiriliyor.
Fatih döneminde ise örfî hukukun hakim mevziye çıktığına vurgu yapılıyor. Fatih'in Osmanlı padişahları içinde en serbest fikirlisi ve en nüfuzlusu olduğu belirtiliyor. Fatih'in çıkardığı teşkilat kanunu ve reâyâ kanunları hakkında bilgi veriliyor. Fatih dönemi bir kanunlaşma hareketi olarak nitelendiriliyor.

Bir sonraki bölümde ise Sened-i İttifak ve Tanzimat Fermanı inceleniyor.
Merkezî hükûmet ile âyânlar arasında imzalanan Sened-i İttifak'ın padişahın yetkilerini sınırlayan bir vesika olduğu dile getiriliyor. Vesikanın maddelerine yer veriliyor. Âyânların belli bir ağırlıkta halk desteğine de sahip olduğu belirtiliyor. Âyânlar içerisinden Mısırlı Mehmed Ali Paşa'nın merkezî hükûmeti yenilgiye uğratması anlatılıyor. II. Mahmud'un âyânları yenilgiye uğratış süreci açıklanıyor. Bu yenilgiye rağmen âyân ve ağaların bugüne dek uzanan  taşra hayatı ve Türk siyasetinde var olan etkilerinden bahsediliyor.
Tanzimat Fermanı devlet anlayış ve idaremizdeki modernleşmenin başlangıcı olarak nitelendiriliyor. Fermanın âyânlara karşı merkezîyetçi devlet anlayışını müdafaa eden ve bürokrasinin idareye mutlak olarak olarak el koymasını amaçlayan yönüne temas ediliyor. Fermanın maddelerine yer veriliyor. Tanzimat'ın padişahın rolünü kanûnları tasdik etme derecesine düşürdüğü ifade ediliyor. Fermanla padişahın otorite ve karar verme yetkisini bürokrasiye devrettiği dile getiriliyor. Tanzimat'a en şiddetli tepkinin menfaatlerinden ötürü ulemâ ve âyân sınıfından geldiği söyleniyor. Fermanla birlikte Müslüman-gayrîmüslim ayırt etmeksizin kanûn önünde eşitlik ilkesinin getirildiği belirtiliyor. Devleti lâikleştirme ve Batılı kanûnları hakim kılma yönünde ilk adımın Tanzimat ile atıldığı iddia ediliyor.

Sonraki bölümde Tanzimat'ın uygulanış süreci ve sosyal tepkilerden bahsediliyor. Müslüman ahalinin gayrîmüslimlere verilen tavizlerden hoşnut olmadığı söyleniyor. Ulemâ ve âyân ve hatta bazı valilerin halkı fermana karşı tahrik ettiği dile getiriliyor. Tanzimat'ın geleneksel sosyal yapıda derin sarsıntılar doğurduğuna dikkat çekiliyor.
Tanzimatla birlikte yapılan mali reformlara temas ediliyor. İltizâm usûlünun lagvedildiği ve merkezî bir vergilendirme sistemine geçilmeye gayret edildiği ifade ediliyor.
Reformların akamete uğraması bürokrasideki uygun personel eksiklikliğine bağlanıyor. Tanzimat'ın ilanına rağmen yerel meclislerde âyânların hakimiyetinin devam ettiğine vurgu yapılıyor.
Fermanın gayrîmüslimlerde yoğun bir heyecan ve beklenti yarattığı; süreç içerisinde beklentilerine karşılık alamayan Rumeli ahalisinin isyanlara giriştiği ve bunun neticesinde konunun milletlerarası bir hal aldığı dile getiriliyor.

Son bölümde ise Osmanlı ile Batı arasındaki kültür alışverişi inceleniyor.
İnalcık, gelenekçi toplumlarda temel değerleri dinin belirlediğini ifade ediyor.
19. yüzyıla dek Batı'dan yalnızca teknik unsurları almayı kabul eden Osmanlı'nın bu yüzyıldan itibaren idare, hukuk ve âdetleri de Batı'dan iktibas etmeye başladığını vurguluyor. Dışarıdan bir korkusunun olmadığı yükselme döneminde Batı'dan kültür aktarması yaparken bir çekincesi olmayan Osmanlı toplumunun çöküş döneminde buna reaksiyon gösterdiğini dile getiriyor. Modern Türkiye'nin ise batı teknolojisiyle birlikte Batı'nın sosyal-kültürel değerlerini de bir bütün halinde benimsediğini belirtiyor.

Eser akademik bir kaynak olarak hazırlanmış. Geniş istatistikî bilgilere ve tablolara yer verilmiş. Kitabı okurken sık sık Osmanlıca sözlüğe başvurmak gerekiyor. Sunulan belgelerin Osmanlıca metinleri kitabın önemli bir bölümünü işgal ediyor.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bernard Lewis - Bir Ortadoğu Tarihçisinin Notları

İsmail Lütfi Çakan - Ana Hatlarıyla Hadis

Roger Garaudy - Geleceğimizde İslam Var