Osmanlı İmparatorluğu ve Dünya Savaşı - Said Halim Paşa

Said Halim Paşa Mısır valisi meşhur Mehmed Ali Paşa'nın torunudur. 1913-1917 yılları arasında sadrazamlık yapmıştır. Bu eseri 1921'de Roma'da kaleme almıştır. 30 Aralık 1921'de Roma'da Ermeni bir komitacı tarafından şehit edilmiştir.

İlk bölümde Osmanlı İmparatorluğu'nun cihan harbine giriş süreci anlatılıyor.
1914 öncesi Ermeni meselesi ve Musul petrolleri çerçevesinde İngiltere, Almanya, Rusya gibi devletlerin Anadolu'daki emellerinden bahsediliyor.
Savaş öncesi Almanya ile yapılan ittifak antlaşmasının gelişim süreci açıklanıyor.
Harbin ilk anlarında İtilaf ve İttifak devletleri temsilcileriyle yaptığı görüşmelere yer veriyor.
Said Halim Paşa hükûmetin ilk etapta tarafsızlık politikasını kararlı bir şekilde sürdürdüğünü fakat Türkiye'nin içinde bulunduğu tecrit dolayısıyla iki taraftan birini tercih etmek zorunda kalındığını ifade ediyor.

İkinci bölümde ise Osmanlı'nın savaşa katılma sebepleri ele alınıyor.
Savaşın nihai hedefinin Şark meselesini çözmek yani Osmanlı İmparatorluğu'nu parçalamak olduğunu söylüyor. Bu görüşe dayanak olarak ise İtilaf devletlerinin hemen her yerde müttefik ararken Türkiye'yi yanına çekmek için en ufak bir adım atmamasını gösteriyor. Türkiye'yi savaşa mecbur kılan amilleri İtilaf devletlerinin tavırlarına bağlıyor. Özellikle Rusya'nın asıl hedefinin Anadolu ve İstanbul'u işgal etmek olduğunu hatırlatıyor. Osmanlı için en önemli tehlikenin de gene Rusya olduğunu belirtiyor. Osmanlı'nın millî varlığını korumak için savaşa girdiğini ve bunun zaruretten kaynaklandığını dile getiriyor. Tarafsızlığın yalnızlaşmaya ve nihayetinde parçalanmaya sebep olacağını iddia ediyor.

Sonraki bölümde Goben ve Breşlav vakası ve sonuç olarak Osmanlı'nın savaşa dahil oluşu anlatılıyor.
İttifak devletlerinin Osmanlı'nın askerî gücü iyileştikçe savaşa katılma yolundaki ısrarlarını artırdıklarını söylüyor. Bunun yanında ordu içerisinde Almanya'nın yanında savaşa girme taraftarlarının da etkisinin olduğu belirtiliyor. Enver Paşa'nın ilk andan beri, Cemal Paşa'nın ise sonradan Almanya yanında savaşa girmek için çabaladığı dile getiriliyor. Goben ve Breşlav'ın Rus limanlarını bombalamasından da bu ikili sorumlu tutuluyor.
Said Halim Paşa tarafsızlık politikasına darbe vurulduğu gerekçesiyle istifa edişini ve nazırlar tarafından göreve dönüşe nasıl ikna edildiğini açıklıyor.

Dördüncü bölümde mütareke sonrası İstanbul Hükûmeti'nin tutumları ele alınıyor. Damat Ferit ve kabine üyelerine sert eleştiriler yöneltiliyor. Yer yer Vahdeddin'e de göndermelerde bulunuluyor. Said Halim Paşa bu bölümde 1914 dönemindeki kendi hükûmetini ve İttihad ve Terakki cemiyetini müdafaa ediyor.
Ferit Paşa'nın İngiliz ve Fransızların hoşgörüsünü kazanmak için kendi ülkesini suçladığını ifade ediyor. Bununla millî iradeyi devredışı bırakarak saray tahakkümü kurmayı da hedeflediğini belirtiyor. İttihad ve Terakki'nin özgürlükçü ve bağımsızlık yanlısı bir hareket olduğunu dile getiriyor. Damat Ferit hükûmetinin siyasî gücünü korumak maksadıyla mütareke öncesi hükûmetlerin üyelerini askerî mahkemelerde yargılamasını ve sonrasında Malta'ya sürgün sürecini anlatıyor. Damat Ferit'in saray tahakkümü kurmak hevesiyle Sevr'i kabul ederek vatana ihanet ettiğini okuyucuya aktarıyor.
Türkiyenin cihan harbine girmesinin meşru olduğunu ve bunun Çarlık Rusya'nın yıkılması gibi olumlu bir sonucu meydana getirdiğini belirtiyor.
İstanbul çevresinin mütareke döneminde şahsî çıkarları uğruna müttefiklere hizmet ettiğini; buna karşılık ise Anadolu'da Mustafa Kemal Paşa'nın millî bir direniş başlattığını hatırlatıyor.
Yunanlılıların İzmir'i işgalinin Anadolu'daki sivil direnişin başlangıç noktası olduğunu dile getiriyor.

Sonraki bölüm Anadolu harekatının tanıtımıyla başlıyor. Mustafa Kemal, Ali Fuad ve Rauf Beylerin askerî direniş fikrini ortaya atan ilk üç kişi olduklarını söylüyor. Sonrasında ise bir Mustafa Kemal panoraması çiziyor. Vahdeddin'in Mustafa Kemal'den şüphelendiği ve bundan dolayı Samsun'a yolladığını; Mustafa Kemal'in de bunu fırsata çevirdiğini iddia ediyor. Mustafa Kemal'in Çanakkale'deki zaferiyle şöhretini elde ettiğini belirtiyor. Mustafa Kemal'in kişisel özelliklerine değiniyor. Onun memleketi kurtarma meselesinde zafere ortak olabilecek kapasitedeki bütün rakiplerini ortadan kaldıracak kadar hırslı bir kumandan olduğunu dile getiriyor. Siyasetinin de askerliği kadar üst düzey seviyede olduğunu ifade ediyor. Özet olarak Mustafa Kemal'i kararlı, hırslı, vatansever biri olarak tanımlıyor.
Mustafa Kemal'in İttihadçı ve Bolşevik yanlısı olduğu yönündeki iddiaları yalanlıyor.
Sonrasında Vahdeddin'i sert bir şekilde eleştirmeye başlıyor. Onu ihtiraslarıyla hareket ederek millî teşkilata cephe alarak halkı birbirine düşürmekle ve İngilizlerle ittifak yaparak vatana ihanet etmekle suçluyor. Anadolu'ya geçip Millî Mücadele'ye liderlik etmektense şahsî menfaatlerinin peşine  düşerek işgalcilerle işbirliği yaptığını dile getiriyor.  Vahdeddin'i Osmanlı tahtına çıkan tek hain padişah olarak tarif ediyor.
Gene bu bölümde müttefik devletler ve halkları hakkında değerlendirmelerde bulunuyor. İngilizlerin Türkiye'de Müslüman tebaaya büyük zulümler gerçekleşirdiğini ve İngiliz halkının da bu zulme sessiz kalarak ortak olduğunu ifade ediyor. Fransa ve özellikle İtalya'nın ise nispeten iyi niyetli olduğunu anlatıyor.

Altıncı ve yedinci bölümlerde İngilizlerin emperyalist emelleri ele alınıyor. İngilizlerin manda adı altında sömürgeleştirme faaliyetlerine vurgu yapılıyor. Sevr Antlaşması çerçevesinde bunun Türkiye ayağından bahsediliyor.  Sevr'in Osmanlı tarafından asla kabul edilmediği, Fransız ve İtalyanlar tarafından dahi kerhen tasdik edildiği dile getiriliyor. Batı'nın Haçlı zihniyetiyle hareket ettiği ve Doğu'ya olan kinin asırlar boyu süren Osmanlı üstünlüğünden kaynaklandığı hatırlatılıyor. İngiliz idaresi altındaki yerlerin orta vadede İngiltere'den kopacağı öngörüsünde bulunuluyor. Bunun kıvılcımının Türkiye'deki Millî Mücadele ile yandığı belirtiliyor.
Bu bölümde İngiltere'nin Sevr'i dayatmak için yaptığı çalışmalara yer veriliyor. İngizlilerin İstanbul'u Müslüman nüfustan arındırmak için işkenceden dahi geri kalmadığı anlatılıyor. Yine Vahdeddin ve Ferit Paşa hükûmetinin İngilizlerle iş birliği halinde olduğu ifade ediliyor.

Son bölümde halifelik makamı işleniyor.
İslâm'ın askerî, siyasî, toplumsal hükümlerle hayata yön verdiği dile getiriliyor. Din ve devletin İslâm açısından ayrılmaz bir bütün olduğu belirtiliyor. Tanzimat Fermanı'nı böyle bir ayrılığa yol açtığı için felaket olarak nitelendiriyor. Türkiye'nin bağımsızlığını kazandıktan sonra İslâmî düzen taraftarlarıyla laikler arasında bir çarpışmaya sahne olacağını öngörüyor.
Halifelik makamının da hükümdarlık vasfından ayrı düşünülemeyeceğini söylüyor. İslâm'da ırk ve renge dayalı bir ayrım olmadığı ve Müslümanların ortak vatanının Halife'nin şehri olduğunu ifade ediyor. İslâmiyet'in doğa yasalarının müsade ettiği düzeyde akla dayalı bir sosyalizmi tatbik edebileceğini iddia ediyor.
Halifelik makamının Türkiye'ye kattığı gücün önemine vurgu yapıyor. Daha önceki bölümlerde sert eleştiriler yönelttiği Sultan Abdülhamid'in halifelik makamını ve İslâmî uyanışı canlandırdığını hatırlatıyor.

Kitabın sonunda üç ek yer alıyor.
Birinci ekte 1856'dan 1914'e dek Osmanlı ile Batılı güçlü devletler ve Rusya arasındaki münasebetler anlatılıyor. 1856 ve 1878'teki antlaşmalarla Osmanlı'nın toprak bütünlüğüne saygı duyacakları garantisi veren bu devletlerin antlaşmaları ihlal ettikleri vakalar tek tek açıklanıyor.
İkinci ekte Said Halim Paşa'nın 1918 kasımında sadrazamlığı dönemindeki icraatları nedeniyle Mebusan Meclisi üyelerinden oluşan bir heyete verdiği ifadenin metni yer alıyor. Said Halim Paşa ifadesinde savaşa girilmesinde ve savaş esnasında yaşanan olumsuz gelişmelerde bir payının olmadığı savunmasını yapıyor.
Son ekte ise Paşa'nın Sebîlü'r-Reşâd dergisinde yayınlanan ve Osmanlı'nın harbe giriş sürecini ve sonrasını özetleyen bir yazısına yer verilmiş.

Said Halim Paşa'nın bu eseri; Osmanlı İmparatorluğu'nun Birinci Cihan Harbi'ne giriş sürecine, harbin gidişatına, mütareke dönemine ve İstiklâl Savaşı'mıza dair sıcağı sıcağına değerlendirmeleri ve bizzat dönemin başbakanı olması hasebiyle olaylara hakimiyeti dolayısıyla çok sağlam bir kaynak. Eseri okuduğumuzda cihan harbi esnasında Osmanlı Devleti'ndeki sivil-asker güç çatışmasına şahit oluyoruz. Said Halim Paşa'nın geleceğe dair öngörülerinin birçoğunun gerçekleştiğini görüyoruz.
Said Halim Paşa Türkiye'de kendisini İslâmcı olarak tanımlayan kesimlerin takip ettikleri ve görüşlerini onayladıkları bir devlet adamı. Bu eserinde yer verdiği Mustafa Kemal ve Vahdeddin hakkındaki değerlendirmeleri ezber bozacak cinsten.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bernard Lewis - Bir Ortadoğu Tarihçisinin Notları

İsmail Lütfi Çakan - Ana Hatlarıyla Hadis

İLBER ORTAYLI - MUSTAFA KEMAL ATATÜRK