MEDENİYET VE MODERNİZM - ALİ ŞERİATÎ

Şeriati'nin bu eseri iki bölümden oluşuyor. İlk bölümde kültür, medeniyet, modernizm ve  sanat konuları ele alınıyor. İkinci bölümde ise aydın, entelektüel ve peygamber kavramları inceleniyor.


Yazar medeniyet ve modernizm bölümünde konuyu Doğu-Batı ekseninde ele alıyor. Modernizmin Avrupalı olmayan milletlere medeniyet adı altında empoze edildiğini söylüyor. Batı'nın son yüz elli yılda modernleştirme görevini üstlendiğini belirtiyor. Batı toplumlarının kendi hayat felsefelerini Avrupalı olmayan milletlere ihraç ettiğini dile getiriyor.

Modernleşmenin Avrupalı'nın iddia ettiği gibi medenileşme değil; sadece tüketim tarzında bir değişiklik meydan getirdiğini okuyucuyla paylaşıyor.

Modernleştirmenin sebebi olarak ise üretim-tüketim ilişkilerine işaret ediyor. Avrupalı olmayanların tüketim uğruna modernleştirildiğini ifade ediyor. Dünya üzerinde yaşayan herkesin homojenleştirilmesi hedefiyle insanların kendi kültüründen, tarihinden, inancından kopartılmaya çalışıldığını söylüyor.

Batı'nın bilhassa Doğulu'yu dininden uzaklaştırmaya çaba sarfettiğini belirtiyor. Dinin topluma kişilik kazandırıcı işlevinin bunda etkili olduğunu dile getiriyor.

Bu noktada entelektüellere sert eleştiriler yöneltiyor. Entelektüelleri modernleşme yoluyla medenileşmenin gerçekleşmeyeceğini halka anlatmamakla suçluyor.


Modernleşmenin eşyanın yenilenmesi olduğunu; medenileşmenin ise düşüncelerin yenilendiğinde meydana geleceğini ifade ediyor.

Sömürgecinin medenileştirme vaadiyle geldiğini fakat yerli halkın yaşam biçimini değiştirdikten sonra çekildiğini söylüyor. Bilim, teknik ve fen işlerinden ise yerli halkı mahrum bıraktığını belirtiyor.

Beşeri birlik adı altında dünya halklarının tek tip Avrupalı kalıbına sokulmaya çalışıldığını dile getiriyor. İnsanların birliğinin her toplumun kendi kültürünü koruduğu zaman anlam ifade edeceğini; tek tip insanların birlik oluşturmasının manasız olduğu görüşünü okuyucuyla paylaşıyor.

Dil ve sanatın toplumun şahsiyetini oluşturduğunu belirtiyor. Öze dönüşün dili güçlendirmekten geçtiğini söylüyor.

Sanatın Allah'ın yaratıcılığının bir ifadesi olduğunu dile getiriyor. Bilimin sadece madde ile ilgilenerek insanı kendinden uzaklaştırdığını; sanatın ise bu olumsuzluğun panzehiri olduğunu ifade ediyor.


İkinci bölüme aydın ve entelektüel tanımları yapılarak başlanıyor. Entelektüel olmanın aydın olmak için yeterli olmadığı vurgulanıyor. Aydını; toplumsal yerini ve durumunu idrak eden, çağına karşı sorumlu olan birey olarak tanımlıyor. Tahsil görmeyen aydınların, zaman zaman yüksek tahsil görenlerden daha etkili olabileceğini ifade ediyor.

Paygamberlerin ise bilgin kesimden olmadıklari gibi cahil ve avam sınıfından da olmadıklarını belirtiyor. Kişinin zaman, mekan ve içinde bulunduğu toplumun konumuna göre aydın sıfatı kazanabileceğini dile getiriyor.

Sömürücülerin dini halka karşı bir silah olarak kullandığını; halkın somut öfkelerini dini öfkelere çevirerek bu dünyada elde edemedikleri refahı öbür dünyada elde edeceklerine inandırdıklarını söylüyor. Aydının halk yığınları arasında yaygın olan bu çürümüş din yorumunun İslam'la alakası olmadığını açıklamakla yükümlü olduğunu dile getiriyor.

Bazı aydınların İslam'da Hıristiyanlık'taki protestanlık benzeri reform arayışı içinde olmasıni eleştiriyor. İslam'daki adalet ilkesinin dahi toplumu dinamizme götürmek için yeterli olduğunu ve İslam'ın reforma ihtiyacı olmadığını söylüyor.


Son bölümde dinlerdeki tanrı anlayışlarını açıklıyor. Yahudulik'te tanrının sert, mutlak ve ciddi olduğunu; Hıristiyanlık'ta ise samimi, sevgi dolu bir tanrı anlayışı olduğunu belirtiyor. Musa'nın siyasi bir yönü olduğunu; İsa'nın ise barışın ve sevginin peygamberi olduğunu dile getiriyor.

Toplumların aşırı ruhani veya aşırı dünyevi yönlere saptığında dengeyi sağlamak için peygamberlerin gönderildiğini anlatıyor.

Daha sonra İslam'daki tanrı anlayışı ve Allah Resulü hakkında değerlendirme yapılıyor. İslam tanrı anlayışının merhametli ve intikam alan olmak üzere iki yönlü olduğunu dile getiriyor. Hazreti Muhammed'in de Musa ve İsa'nın bir araya gelmiş hali olduğu görüşünü aktarıyor. Bazen güçlü ve korkusuzca savaştığını bazen ise İsa'dan daha mutedil olabildiğini ifade ediyor.

Günümüz insanının buhrandan çıkış yolunun da İslam'ın bu iki boyutlu yapısında gizli olduğunu söylüyor.

İslam'ın ne Yahudilik'te olduğu gibi dünyevi ne de Hıristiyanlık'ta olduğu gibi ruhani bir din olmadığını ve insan fitratını yansıtan nizam olduğunu ifade ediyor.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bernard Lewis - Bir Ortadoğu Tarihçisinin Notları

İsmail Lütfi Çakan - Ana Hatlarıyla Hadis

Roger Garaudy - Geleceğimizde İslam Var