EVRENSEL VİCDANIN SESİ OLMAK - ATASOY MÜFTÜOĞLU



Yazar bu eserini 1998'de kaleme almış 2013'te yeni bir basımı yapılmış. Kitabı okurken bunu göz önünde tutmalıyız.


Kitap yeni basım için yazılan bir ön sözle başlıyor. Sonrasında kitabın hacmine göre uzun sayılabilecek bir sunuş bölümü var.

Kitaba modern uygarlığın değerlendirilmesiyle başlanıyor.

Avrupa sömürgeciliğini meşrulaştırmak için üretilen tanımların Avrupalı olmayan toplumlar üzerinde baskı aracına dönüştüğü söyleniyor. Bu homojenleştirme faaliyetlerinin, farklılıkları göz ardı eden zihniyetin faşist bir yapıda olduğu dile getiriliyor. Hiçbir grup veya liderin kendi yorumunu, uygulamasını nihai bir yorum veya uygulama gibi dayatamayacağı söyleniyor.

Düşünceyi yok etmeye çalışmanın insanlığı yok etmeye çalışmakla aynı anlama geldiği ifade ediliyor.


Sistemin ideolojik denetim ve iktidar uğruna zaman zaman kendi oluşturduğu hukuku bile çiğneyebildiği belirtiliyor.

Halkların eşitliğine saygı duyulmayan bir toplumda adaletin tesis edilemeyeceği söyleniyor.


Yaşanabilir bir dünyanın inançların özgürce yaşanılabilir kılınmasıyla mümkün olduğu dile getiriliyor.

Türkiye ve diğer İslam ülkelerinin hemen tamamında İslam'ın bireysel hayata hapsedilmeye çalışılıp folklorik bir düzeyde yaşanmasına izin verildiği söyleniyor. İslam'ın buna uygun olmadığını söyleyen yazar, İslam'ın bu dünyaya dair söyleyeceklerinin de bulunduğunu belirtiyor. İslam'ın bireyin ibadetlerine indirgenemeyecek bir sistem olduğu; ahlaki, toplumsal siyasal anlamda bütüncül bir bakış açısına sahip olunmasi gerektiği ifade ediliyor. Türkiye ve diğer İslam ülkelerinde İslam'ı sağ siyaset eliyle gelenekçiliğe indirgeme çalışmaları eleştiriliyor.

Müslümanlar olarak neye ve nasıl inanıyorsak bunları açıkça ifade edip eyleme dönüştürmemiz gerektiği telkin ediliyor.

İslam'ı Batı terminolojisine ait kavramlara uyarlama çabasındaki Müslümanlar sert eleştiriler yöneltiliyor.

Bu bölümde genel olarak İslam'ın hayatın bütün alanlarındq geçerli olması gerektiği anlatılıyor.


Sonraki bölümde İslam'ın zaman ve mekanı aşan, kuşatan ve anlam kazandıran bir nitelikte olduğu belirtiliyor. Bundan dolayı modern kavramlarla uzlaşabilecek bir İslam tanımı yapmanın boş bir uğraş olduğu söyleniyor.


Türkiye'de mistik bir idealizmle dini etkinliklerde bulunan akımların mensuplarını Müslumanlar'ın sorunlarıyla ilgilenmekten alıkoyarak sisteme hizmet ettiği söyleniyor. Bu akımlara mensup olanların ibadetlerini yapmakla dini hayatın gereklerini yerine getirdiklerini zannettikleri ifade ediliyor. Bireylerin cemaat sınırlarına mahkum edilmemesi gerektiği söyleniyor.

Bu bölümde Batı'nın Müslüman halklar üzerinde baskı aracı olarak kullandığı demokrasi, laiklik gibi kavramlar değerlendiriliyor. ABD ve Avrupa'nın bütün demokrasileri değil çıkarlarına uygun demokrasileri desteklediği söyleniyor.

Müslüman toplumlardaki mezhepçilik, milliyetçilik ve tek tipleştirme çabaları eleştiriliyor.

Müslümanlar'ın herhangi bir parti, hizip, cemaatin tarzı ile sınırlı bir söyleme mahkum edilmemesi gerektiği dile getiriliyor.

Özgür düşüncenin önemine vurgu yapılıyor.


Batı'nın kendi ideolojik dogmalarını kabul etmeyen, sömürgeleşmeye boyun eğmeyen her akımı terörist ilan ettiği söyleniyor. İran örnek olarak gösteriliyor.

Batı uygarlığının bağnaz ve ırkçı bir uygarlık olduğu belirtiliyor.

Batı'nın taşeronluğunu yapan yerli işbirlikçilerin de İslami her akıma olmadık ve insanlık dışı baskılar yaptığından bahsediliyor. Bu baskılarda medyanın oynadığı role değiniliyor. Her dönemin kölesi aydınlar, her dönemin adamı gazetecilerden bahsederken günümüzdeki yaşananlara da ışık tutuluyor.

Müslümanlar'ın bu baskılara karşı sloganik tepkileri bırakıp sistemli bir mücadeleye girişmesi gerektiği dile getiriliyor.


1789 Fransız İhtilalinin ve 1917 Bolşevik devriminin eşit bir toplum ütopyasını gerçekleştiremediği açıklanıyor. İslam devriminin ise canlılığını koruduğu ve insanlık için bir umut olduğu dile getiriliyor.


Son bölümde Müslümanlar'ın izlemesi gereken yol haritası çiziliyor. Yapısal bir değişim için kültürel statükoyu sorgulamak gerektiği söyleniyor.

Yetersiz bir bireyin başka bir bireye, yetersiz bir toplumun başka bir topluma bağımlı hale geleceği belirtilip İslam'ın donanımlı mensuplara ihtiyacı olduğuna değiniliyor.

Hayatın her alanının uluslararası nitelik kazandığı günümüzde ulusdevlet ideolojisinin iflas etmeye mahkum olduğu söyleniyor. İslam'ın karşi karşıya olduğu küresel tehdite yerel bir güçle cevap verilemeyeceği belirtiliyor.

İslami mücadelenin dilinin özgürleştirilmesi gerektiği dile getiriliyor.

Dünyamızı imar adına ahiretimizi; ahiretimizi imar adına dünyamızı terk edemeyeceğimiz söyleniyor.

Güçlükler ve zulüm karşısında sabrın susmak ve boyun eğmek değil; İslami çizgi içinde mücadele etmek olduğu açıklanıyor.


Analizi kitabın son cümlesiyle tamamlıyorum: "Hepimiz İslam'ın istediği anlamda iyi olduğunda, gelecek inşallah iyi olacaktır."

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bernard Lewis - Bir Ortadoğu Tarihçisinin Notları

İsmail Lütfi Çakan - Ana Hatlarıyla Hadis

Roger Garaudy - Geleceğimizde İslam Var