ÜÇ TARZ-I SİYASET - YUSUF AKÇURA

 Eser Yusuf Akçura'nın Mısır'da yayınlanan Türk gazetesine yazmış olduğu makalelerden ve ona cevaben yazılmış iki makaleden oluşuyor.

Kitabın başında kısaca Akçura tanıtılıyor.

Eser, Latince'ye aktarılmış orijinal metin ve günümüz Türkçesine uyarlanmış şekilde oluşturulmuş.


Akçura makalelerde Osmanlı'nın eski gücüne kavuşabilmek için benimseyebileceği üç ana düşünce hakkında değerlendirmeler yapıyor. Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük.


Osmanlı milleti tasavvuru memleketteki Müslüman ve gayrimüslimlere aynı haklar ve siyasi yükümlülükler yüklemek suretiyle eşit vatandaşlık temelinde bir yapı meydan getirme amacında. Bu siyaset ilk olarak İkinci Mahmud döneminde uygulanıyor. Tanzimat Fermanı ve Kanun-ı Esasi de bu fikrin ürünleriydi.

Akçura Osmanlı milleti teşkilini mevcut sınırları korumak için yegane çare olarak görüyor. Fakat Müslüman ve Osmanlı Türklerinin bu birleşmeye hakimiyetlerinim son bulacağı gerekçesiyle karşı çıktığını söylüyor. Gayrimüslimlerin de Osmanlı tebaası kalmayı içine sindiremedikleri için bu fikre sıcak bakmadıklarını belirtiyor. Sonuç olarak dahili çerçevede bu fikrin destekçisi olmadığını görüyoruz. Bunlarla beraber Rusya ve Avrupa'nın da Osmanlı topraklarındaki emelleri dolayısıyla Osmanlıcılık hareketine şiddetle karşı olduğunu dile getiriyor. 

Bütün bu iç ve dış muhalefet neticesinde bu fikrin başarısız olduğunu dile getiriyor. Bunda Sultan Abdülhamid'in İslamcı politikalarının da tesiri olduğunu belirtiyor.

Hülasa Osmanlı milleti oluşturmayı beyhude bir çaba olarak değerlendiriyor.


Daha önce Osmanlıcılık fikrini savunan Genç Osmanlıların bu fikrin akamete uğramasi üzerine İslâmcılık fikrine yöneldiğini söylüyor. Sultan Abdülhamid'in Genç Osmanlıların amansız bir karşıtı olmasına rağmen onların bu siyasetinin takipçisi olduğunu belirtiyor.

İslamcılık soy ve coğrafya fark etmeksizin bir İslam milleti oluşturmayi hedefliyordu. Bu da Asya, Afrika ve Avrupa'nın önemli bir kısmını içine alıyordu.  Osmanlı Tanzimatla terk etmeye başladığı dinî devlet vasfını tekrar öne çıkarıyordu. Sultan Hamid Halifelik sıfatını ön plana alıyordu.

Bu siyaset Müslümanları pek sıkı bağlarla birbirine bağlayacaktı fakat Osmanlı tebaası olan gayrimüslimlerin de kopuş sürecini hızlandıracaktı. Ayrıca sayıca az da olsa gayrimüslim Türklerle Müslüman Türkler arasına nifak sokması da mümkündü. 

İslâm birliği siyaseti içeride Türk ve diğer Müslüman unsurlarca destekleniyordu fakat şiddetli bir dış muhalefet vardı. Sömürge durumundaki İslâm toplumlarının birliğe katılması da mümkün değildi.


Akçura son olarak Türkçülük siyasetini ele alıyor.

Irk üzerine oluşturulan bir Türk siyasi milliyeti oluşturmak fikrinin çok yeni olduğunu söylüyor. Osmanlı'da ve daha önceki Türk devletlerinde böyle bir fikrin mevcut olmadığını ifade ediyor. Türk kavramının on dördüncü yüzyıl sonrasıyla birlikte anıldığını dile getiriyor.

Türklük siyasetinin de İslâm siyaseti gibi Osmanlı hudutlarını aştığını belirtiyor. Orta Asya memleketlerinin bu fikre daha fazla müsait olduğunu iddia ediyor. Bu siyasetin Asya ile bağlari güçlendireceğini söylüyor. Bu faydalara mukabil Osmanlı ülkesinde yaşayan Müslüman olup fakat Türk olmayan kavimlerle ilişkilerin bozulacağını dile getiriyor.

Bunların dışında Türklerin gelenek ve mâzilerini unutmalarından dolayı bu fikrin başarıya ulaşmasının zorluğuna dikkat çekiyor. Rusya'nın da hakimiyet altında tuttuğü Türk topluluklarından dolayı bu fikre şiddetle karşı çıkacağını hatırlatıyor.


Dinlerin siyasi ve toplumsal etkisini yitirip 

şahsîleştiğini ifade ediyor. İslâm'da da Hıristiyanlıkta olduğu gibi millî kiliselere ihtiyaç olduğü görüşünü okuyucuyla paylaşıyor.


Sonuç olarak Osmanlı milleti oluşturulmasının devlet için faydalar içerse de uygulanabilir olmadığını; Türklük ve İslâmcılık siyasetlerinin eşit derecede menfaat ve mahzur içerdiğini dile getiriyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bernard Lewis - Bir Ortadoğu Tarihçisinin Notları

İsmail Lütfi Çakan - Ana Hatlarıyla Hadis

Roger Garaudy - Geleceğimizde İslam Var